Hz. Peygamber (S.A.V.)in Önderliğini Kabullenmeyenler
“Kim Allah`a ve Resûl`e itaat ederse işte onlar, Allah`ın kendilerine lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa 69)
İslâm, yüce Allah’la ve O’na bağlanan ümmetle kurulan bağdan ibarettir.
Kişi, Allah’ın birliğine inanıp O’nun birlikte bulunmayı emrettiği ümmete katılmakla Müslüman adını alır.
Ümmetin önderi Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Ümmet, O’nun sallallahu aleyhi ve sellem bi’setinden önce Hz. Âdem aleyhi selam’a uzanan bir geçmişe ve Ondan sonra da bir varlığa sahiptir. O, sallallahu aleyhi ve sellem bu geçmiş ve sonraki varlığın zirvesidir.
İslâm, o zirve etrafında Kur’an-ı Kerim’de ifade buyrulan nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerden oluşan örnek insanlara tabi olma nizamıdır. Bu nizamı belirleyen yüce Allah’tır. O nizamın yaşanış biçimini örnekleyen O’nun kitabında duyurduğu nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerdir.
İnsan, Müslüman olunca bu nizamın içinde yer almayı kabul eder: Allah’ın birliğine ve insanın hayatına müdahale hakkına inanır. Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in önderliğinde nebileri, sıddıkları, şehidleri, salih insanları örnek alıp İslâm ümmetinin içinde yerini alır.
Sadece yüce Allah ile kurulan bir bağ iddiası kişiyi Müslüman yapsaydı. Mekke’de Hanif insanların varlığı yeterli olur, bir Peygambere ihtiyaç kalmazdı.
İslâm, öyle soyut bir bağlanmadan ve Avrupa’daki ilk dönem Protestanlık iddialarındaki kilisesiz, papazsız Hıristiyanlıkta olduğu gibi camisiz, cemaatsiz bir din tasarımından uzaktır. Böyle bir dinin adı İslâm olamaz.
Hz. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Önderliğini Küçültmeye Çalışmak
Batı, ilk dönem Protestanlık ihtilafının yol açtığı dinden uzaklaşma ve laikleşme deneyiminden, insan eğitiminde ve teşkilatlanmasında modelin önemini kavradı.
Bugün bütün başarılı eğitim ve teşkilatlanma türleri, “model” yani “örnek insan” esası üzerine kuruluyor. Sonra gelen insanların önceki insanlara tabi olması, onların deneyimlerinden yararlanması ilkesiyle hareket ediyor.
Bu, yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de;
“Kim Allah`a ve Resûl`e itaat ederse işte onlar, Allah`ın kendilerine lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa 69)
“İbrahim`de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.” (Mumtehine 4)
“And olsun ki, Allah`ın elçisinde sizin için, Allah`a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah`ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21)
ayet-i kerimeleri ve benzerlerinde buyurduğu örnek alma sisteminin dünyaya, laik anlayış ve yaşama uyarlanmasıdır.
Batı, kalkınmayı ve bugüne kadar ayakta kalmayı bununla sağladı. Bugün de bunu laik bir anlayış içinde adeta kutsuyor, kendi varlığı için vazgeçilmez buluyor.
İşte tam bu noktada, Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önderliğini küçültme çabalarının, bu çaba içinde yer alan kimi kişilerin fikir karmaşasını aşan bir boyutunu araştırmak gerekir.
Bu, Müslümanları öndersiz, başsız, modelsiz, örneksiz bırakıp darmadağın etmeye dönük uluslararası bir arayışın karşılığıdır. Modernizmin İslâm’a karşı savaşının bir boyutudur. Örnek almanın ve önderliğe tabi olmanın önemini keşfeden Batı’nın İslâm’ın varlığını ortadan kaldırmaya yönelik stratejisinin bir ayağıdır.
Kur’an’ın Hükmünü Kur’an’ı Güçlendirme Adına Lağv Etmeye Çalışmak
Kur’an’ın en kapsamlı hükmü insanı kula kulluktan uzaklaştırmasıdır. Bu yönüyle Kur’an, insanları kendilerine kul etmek isteyen bilgin, din adamı ve siyasi otoritelere karşı en büyük darbedir.
Kur’an öz hükümleriyle var oldukça onların insanları kendilerine kul etmeleri mümkün değildir. Bu durum, onlarla Kur’an arasında kıyamete kadar sürecek bir mücadele alanı oluşturmuştur.
İnsanları yüce Allah’ın kulluğundan kendilerine tabi olmaya doğru çeken bütün gizli ve açık kibirli kişiler, Kur’an’ın hükümlerini daraltmaya ve kendi yorumlarını o hükümlerin yerine yerleştirmeye çalışmışlardır.
Bunu din adına yapanlar, Kur’an’ı yanlış yorumlayarak amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. Ama her bağlayıcı açıklama onların yorum alanını daraltıyor. Bunun için onlar, kendilerinden önceki âlimlerin yorumlarının bağlayıcılığına karşı mücadele ettiler. Bunda kısmen başarılı oldular. Sonra bunu tabiinin ve sahabenin yorumuna kadar uzattılar. Bunda da kendilerine taraftar buldular.
Ama mutlak kendilerine göre yorumlamaya yaklaştıklarını düşündükleri bir yol alışta Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kavlî ve fiili tefsiriyle karşılaşıyorlar.
Bu kavlî ve fiilî tefsir, bir tür muhafız gibi, onların dilediği gibi yorumlama imkânını ortadan kaldırıyor, dolayısıyla insanları kendilerine kul etme hamlelerini boşa çıkarıyor. Bunun için o kavlî ve fiili tefsirin bağlayıcılığıyla uğraşıyorlar. Bu suru da aşıp Kur’an’ı diledikleri gibi yorumlama, daha isabetli bir ifadeyle, kendi yorumlarını Kur’an adına kullara dayatma, böylece onları kendilerine tabi kılma derdindeler.
Bu çabanın zafere ermesi demek, kulların kula kul olması demektir. Bu, lanetlenecek bir girişimdir. Ama en kötüsü bunu hileyle Kur’an adına yapmaya kalkışmaktır. Bu, Kur’an adına Kur’an’ın hükmünü lağvetmeye çalışmaktır. Dolayısıyla kula kulluğun önündeki en büyük engel olan Kur’an’ı hükümsüz bırakıp insanları kendine kul etmeye çalışmaktır.
Peygamberi Zayıflatarak Kur’an-ı Güçlendirmek!
Bu çaba, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i zayıflatarak Kur’an’ı güçlendirme iddiasını taşıyor. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olma alanını küçülterek Kur’an’ın alanını genişleteceğini iddia ediyor. Kur’an ile Kur’an’ın kendisine vahiy olduğu Peygamberi ayrıştırıp hatta rakip yapıyor. Kişileri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kopararak daha iyi bir Müslüman yapacağını öne sürüyor.
Bu, öncelikle Kur’an’la çelişen bir iddiadır. Zira Kur’an-ı Kerim’in önemli bir bölümünü kıssalar oluşturuyor. Yüce Allah, kıssaları herhalde ninni olsun diye buyurmuş değildir.
“İbrahim`de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah`ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah`a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘And olsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah`tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtehine 4)
Ayet-i kerimesinde açıkça buyrulduğu üzere kıssalar, örnek alınmak için vardır. Şimdi, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den önceki peygamberlerin sünnetinden istifade etmemizi buyuran Kur’an, bizden Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini terk etmemizi isteyebilir mi?
Daha önceki peygamberler örnektiler. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “bir postacıydı; Kur’an’ı bize duyurdu ve bizi onu anlama biçiminde serbest bıraktı” demek, herhangi bir mantığa sığar mı? Aristo’nun Batı laikliğinin temelini teşkil eden “Tanrı, kâinatı ve bizi yarattı ama bizi kendimizi yönetme konusunda serbest bıraktı” düşüncesini anımsatan bu iddia, kendi akıllarını Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kavlî ve fiilî sünnetinin yerine koyan kişilerin bile kibirlerinden ve kulları kendilerine bağlama girişimlerinden arınmış akıllarıyla izah edilebilir mi?
Sonra Peygamberi, postacı konumuna terk edilmiş bir dinin saygınlığı olur mu? Böyle bir din var olabilir mi, yaşayabilir mi?
Hayır.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmak, Kur’an-ı Kerim’de Müslümanın ihtiyarına bırakılmış bir durum değildir. Peygambere itaat, Müslüman olmak için zorunlu bir durumdur.
“Ey iman edenler! Allah`a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah`a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah`a ve Resûle götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)
“(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (Enfal 8)
Bu ayet-i kerimelerdeki itaatin imanî (kalbi, zihni) itaat değil, pratik (amelî) itaatle ilgili olması özellikle dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Zira sosyalizm ne kadar Batılıysa o ölçüde Batılı olan bu tür eğilimlerin sahipleri, kalbî itaat konusunu pek tartışmaya açmıyor, daha çok amelî itaat konusunda alanını genişletmeye çalışıyor.
Kur’an’da tarif olunan İslâm’da Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme itaat etmek yetmez. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek de Müslüman olmak için zorunludur. Zira Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin önderliği seküler toplumlardaki önderlik gibi bir önderlik değildir, İslâmî-dinî bir önderliktir. Dinî önderlikte muhabbet şarttır. Söz konusu olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise muhabbetsiz itaat geçersizdir.
“Resulüm de ki: ‘Eğer Allah`ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Al-i İmran 31)
Kur’an’ın teşkil ettiği örnek nesil sahabe, bu fermana hakkıyla icabet etmiştir:
“Peygamber, mü`minlere ( iman edenlere ) kendi canlarından daha yakın ve önceliklidir.” (Ahzab 6)
Onlar, Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem’e “Annem babam Sana feda olsun ya Allah’ın elçisi!” diye seslenmişlerdir.
Bizi böyle yaşanmış, önderli, örnekli bir İslâm’dan yaşanmamış, öndersiz, başsız, örneksiz bir İslâm’a sevk etmek isteyenler, bizi İslâmsız bırakmak isteyenler ve akılları kibirleri yüzünden durmuş kafasızlardır.
Bunlar, kendilerine Müslüman dese dahi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in önderliğini kabullenmeyenlerdir.
Rabbim, bizi onların şerrinden korusun…
Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi – Kasım 2015 (134. Sayı)
BİR CEVAP YAZ