Türkiye’nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat/Kitap Özeti
Dr. Abdulkadir Turan/ Kitap Özeti
Kitabın Adı: Türkiye’nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat
Yazarı: Ejder Okumuş
KİTABIN TANITIMI:
Kitap, yazarın Marmara Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezinin genişletilmiş biçimidir.
KİTABIN İÇERİĞİ:
Kitap, bir Önsöz, Sonuç ve üç ana bölümden oluşmuştur. Üç sayfadan oluşan Önsöz bölümünde yazar kitabının bölümleri hakkında özet bilgiler vermektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
Araştırma Konusunun Seçimi ve Amacı
Yazar, bu bölümde bilimsel tezlerin başına konan araştırma metodolojisini anlatmaktadır. Yazar, Türkiye’de din devlet ilişkisinde Tanzimat’ın bir dönüm noktası olduğunu, Tanzimat’ın anlaşılmasının hem Osmanlı Devleti hem Türkiye Cumhuriyeti için büyük önem taşıdığını belirtmekte, dinin hem dünya ölçeğinde hem İslam dünyasında yeni bir canlanma süreci yaşadığını bunun konu seçimini etkilediğini ifade etmektedir.
Yazara göre “Tanzimat Dönemi, 1839 yılında Gülhane-i Hattı Hümâyun’un ilanından 1856 yılında Islahat Fermanı’nın ilan edildiği tarihe kadar geçen süreyi, Islahat Dönemi ise Islahat Fermanı’nın ilanından 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen süreyi kapsamaktadır.” Kitabın konusu Tanzimat Tipi’yle sınırlandırılmıştır.
Kitabın yazılış amacı, Tanzimat Fermanı (1839) ile Islahat Fermanı (1856) arasındaki süreçte din-devlet ilişkisi olgusunu din sosyolojisi temelinde incelemektir.
Araştırmanın Kavram ve Varsayımları
Yazar, araştırmanın amacının anlaşılması için iki anahtar kavramdan “meşruiyet” ve “şibih laiklik” kavramlarını açıklamaktadır.
Meşruiyet, bir durumun gerçekliğinin verili bir bilgi vasıtasıyla fert veya toplum katında geçerliliğini, izah olmuşluğunu ve haklılığını ifade eden bir mekanizma ve kurumdur.
Kavram, sosyolojik düzlemde, sosyal düzenin rıza, sükûnet ve uzlaşma içerisinde geçerliliğinin kabul edilmesini ifade eder. Kurulu düzen, fert veya toplumun gözünde geçerli, yanı onun öngördüğü kimlik ve hayat tarzını benimsiyorsa toplumsal meşruiyete sahiptir.
Siyasi anlamda meşruiyet, geleneksel meşruiyet, ilahi (dini-kutsal) meşruiyet, sivil meşruiyet gibi türlere ayrılabilmektedir.
Meşruiyet elde ederek geçerlilik kazanmış yönetimlere meşru yönetim veya meşru düzen denebilir.
Meşruiyetin zıddı gayrimeşruluktur. Siyasi anlamda gayrimeşruluk, gasp, hile ve zor yönetimiyle yönetimi elde etmektir.
Şibih laiklik ise, gerçekte laik olmayıp laik görünen anlamındadır. Yarı laiklik veya yarım teokrasiden farklıdır.
Yazarın varsayımına göre Tanzimatçıların giriştikleri hareket reform ve ıslahat hareketidir; bir devrim ya da rönesans değildir. Tanzimatçılar, ülkeye yeniden güçlü günler yaşatmak ütopyasıyla yola çıktılar, devletin laikleşmesi yönünde önemli adımlar attılar. Dinin ve ulema sınıfının meşrulaştırma gücünden yararlandılar ama dinin ve ulemanın devlet üzerindeki etkisini azalttılar.
Tanzimat Dönemi, devlet yönetimi açısından tam bir meşruiyet krizi dönemi sayılmasa da meşruiyet krizi sinyallerinin verildiği dönemdir. Bir yandan eski meşrulaştırma araçlarını kullanmak öte yandan yeni bir şey oluşturmak... Bununla o dönemde bir bunalımın temeli atılmıştır.
Araştırmanın Yöntem ve Problemleri
Araştırmanın ana yöntemi dolaylı gözlem tekniğidir. Tarihi olaylar arşiv araştırmaları yöntemi ve “anlama”, “açıklama” ve “karşılaştırma” teknikleri ile değerlendirilmiştir. Araştırmada din sosyolojisinin araştırma ve açıklama tekniklerine bağlı kalınmaya çalışılmıştır. Yazar, araştırmasında objektif olmaya çalıştığını özellikle ifade etmekte; sosyolojinin fenomonolojik (olgu odaklı), fonksiyonalist (işlevselci) ve tipolojik (olguları tipler üzerinden açıklama) bakış açılarından yararlandığını dile getirmektedir.
Yazar, tarihi bir konuyu sosyolojik olarak değerlendirmenin kendisi için başlı başına bir problem olduğunu; böyle bir konuyu işlemenin okuyucuyu bugünün sosyolojisinden uzaklaştırma ve tarihle sosyoloji arasında bırakma riskinin bulunduğunu söylemektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
DİN-DEVLET İLİŞKİLERİNİN TEORİK ÇERÇEVESİ
Din ile devlet arasında karmaşık bir ilişki vardır. İki kavram da neredeyse tarih boyunca birlikte anılmıştır.
Din, sadece bireyi değil, toplumu ve toplumun kurumlarını da etkilemektedir. Din ile toplumlar arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Din, toplumları etkiler, toplumlar da dini etkiler. Dolayısıyla din ile toplumun sosyali ve siyasi bir organizasyonu olan devlet arasında da böyle bir ilişkiden söz edilebilir. Din devleti etkiler, devlet de dini etkilemeye çalışır. Devletler tarih boyunca dinin meşrulaştırım gücünden yararlanmışlardır. Dini çöküşle birlikte bir sekülerleşmeden söz edilse de devlet ile din tarih boyunca olduğu gibi birlikte anılmaya devam edilmektedir. Dinden söz edenler devletten, devletten söz edenler dinden söz etmek durumunda kalmaktadır.
Dinle (olumlu veya olumsuz) ilgilenmeyen bir devlet; devletle ilgilenmeyen bir din düşünmek neredeyse mümkün değildir. Tarih boyunca pek çok devlet, doğrudan dinler tarafından kurulmuştur. Sezar’nı hakkını Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verme felsefesini benimseyen Hıristiyanlıkta bile bir iç içelik veya en azından doğrudan bir ilişki vardır. Laikliğin ortaya çıkması ile Protestanlık arasında doğrudan bir ilişki kurmak mümkündür.
Evrensel bir din olan İslam’ın da siyasetle sıkı bir ilişki vardır. Bu ilişki gerek Hz. Muhammed’in Medine toplum düzeninde, gerek halife-sultan devletlerinde, gerekse sultan-halifeler devletinde devam etmiştir.
Bugünün modern dünyasında dinin rolünün azaldığı milli devletlerden bakılarak dinin devletle ilişkisi anlaşılamaz. Dinler, devlet kurmuşlar ve devletlerin sahibi olmuşlardır.
Tarihe bütün olarak bakıldığında dinler ile devletler arasında bir uyum var olabildiği gibi bir çatışma da olabilir. Din, birliği sağlayan, devleti güçlendiren bir konumda olabildiği gibi tersi bir konumda da olabilir. Din, devletin yaptıklarını onaylıyorsa devleti olumlu etkiler, reddediyorsa olumsuz etkiler. Ama genel olarak bakıldığında dinlerin kaynaştırıcı ve bütünleştirici özellikleri ile devletlerin büyük dayanağı olduğu söylenebilir.
Din-Devlet İlişkilerinin Tipolojisi
Din-devlet ilişkilerinde ilk tipoloji örneklerinden biri İbn-i Haldun’a aittir. İbn-i Haldun’a göre dini siyaset, akli siyaset, tabii mülki siyaset, medeni siyaset olmak üzere dört tip siyaset vardır, denebilir.
Batı’da da farklı siyasi tipoloji teorilerinden söz edilebilir:
Max Weber, meşru otoriteyi geleneksel, karizmatik ve rasyonel olmak üzere üçe ayırır. Geleneksel otorite meşrutiyetini tarih boyunca inançtan almıştır.
Jacques Robert’e göre kilise ile devletin iç içe olduğu, kilise ile devletin ayrı ayrı fakat birlikte olduğu, kilise ile devletin ayrı olduğu devletler olmak üzere üç tip din-devlet ilişkisi vardır.
A. P. Stokes, devletin kiliseye hakim olduğu, resmi kilisenin gevşek ve diğer dinlere özgürlüğün verildiği, birden fazla mezhebin (dinin) aynı haklara sahip olduğu ve devletle kilisenin ayrı olduğu devletler olmak üzere dört tip din-devlet ilişkisinden söz etmektedir.
Mehmet Toplamacıoğlu da dinin devlete hakim olduğu teokrasi, devletin dine hakim olduğu Bizantizm, Roma’da olduğu imparatora tapınma, devlet başkanının bir dini grupla anlaşarak devletini yönettiği konkordato ve din ile devletin ayrı olduğu laiklik olmak üzere beş tip din-devlet ilişkisini anlatmaktadır.
Bunlar ve diğer tipler dikkate alınarak din-devlet ilişkisi ikiye ayrılabilir:
1. Meşruiyetini dinden alan devlet: Böyle bir devlet, meşruiyet kaynağı olarak dini kabul etmektedir. Bu, teokrasidir.
İslam tarihine bakıldığında üç tip din-devlet ilişkisinden söz edilebilir: Hz. Muhammed’in Medine Toplum Düzeni ve Raşid Halifeler Dönemi Yönetimi. İlkine Nebevî model, ikincisine Hilafet modeli denebilir. Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Klasik Osmanlı gibi devletler ise Hilafet-Saltanat devletleridir.
Meşruiyetini dinden alan tipler arasında laikliğe geçiş dönemi olarak bir de şibih laiklik vardır. Bu laiklik değilse de laik kurumların oluşmaya başladığı bir ara dönem siyasal sistemidir. Osmanlı’yı 1839’dan Hilafet’in kaldırıldığı 1924’e kadar şibih laiklik döneminde görmek gerekir.
2. Meşruiyetini dinden almayan laik devlet:
Günümüzdeki uygulamaları ile laiklik,
-Dine karşı genel bir ilgisizlik
-Dinden düşmanca ayrılış
ve
-Dine karşı sempatizanca müsamaha gibi tiplerde kendini göstermektedir.
Din-devlet ilişkileri ele alınırken Hıristiyanlık ile İslam “din” başlığı altında özdeşleştirilir. Oysa ikisinin yaklaşımı birbirinden farklıdır. Teokrasi, nim-teokrasi, teo-teokrasi ve laiklik gibi kavramlarla İslam’ın tarihsel serüvenini ele almak mümkün değildir.
Bununla birlikte Hilafet-Saltanat devleti ile Saltanat-Hilafet devleti arasında da fark vardır. Hilafet-saltanat devletinde devlet, dine tabidir. Saltanat-hilafet devletinde ise durum farklıdır (din devlete tabi gibidir). Yazar, bu ayrıştırmayla birincisinin meşruiyetini dinden alan devlete, ikincisinin ise laik devlete yakın olduğunu ifade etmiş olmaktadır.
3. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NDE TANZİMAT DÖNEMİ DİN-DEVLET İLİŞKİSİ
3. 1. KLASİK DÖNEM OSMANLI DEVLETİNDE DİN-DEVLET İLİŞKİSİ
Osmanlı devleti, her ne kadar eski Orta Asya Türk devletlerinden, Bizans ve Sasanilerden etkilenmiş görünse de yönetiminde Müslümanların egemen olduğu dini bir devlettir.
Örfün geçerliliğine bakılarak Osmanlı devletinin laik olduğu söylenemez. Osmanlı’da geçerli olan kaynağını Kur’an’dan alan bir kamu hukukudur. Padişahın yetkileri İslam şeriatı ile sınırlıdır. Örfi hukukun meşruiyeti de padişahtan değil, İslam hukukundan gelir. Örf, şer’i hukuka uygun olursa geçerlidir.
Öte yandan Osmanlı yönetiminde millet sistemi vardır. Millet sistemi tamamen dini esaslara göre düzenlenmiştir.
Osmanlı, egemenliğin temelini ilahi kaynağa dayandırır ve bu, Osmanlı’nın laik olmadığını anlatması için yeterlidir.
Osmanlı devletinde halkla ilişkileri İslam, İslam’la ilişkileri ise ulema düzenler. Ulema (Resmi ulema) ve tarikatlar Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren etkindir. Ancak ulema, devletten bağımsız bir güç değil, padişaha bağlı hiyerarşinin içinde olan bir güçtür. Osmanlı devletinin ilk sadrazamı Alaaddin Paşa’dan Çandarlı Halil Paşa’ya kadar bütün sadrazamlar ulemadandır.
Fatih, Çandarlı Halil Paşa’yı azledip öldürttükten sonra sadrazamlığı devşirmelere verdi. Ama ulemanın devlet içindeki ağırlığı son bulmadı. Ulemanın başında İstanbul Müftüsü olarak Şeyhülislam yer alırdı. Şeyhülislam divan üyesi değilse de onun yardımcıları konumundaki kazaskerler divan üyesiydi. Osmanlı bürokrasisinin belkemiğini oluşturan kadılar da ulema hiyerarşisi içinde yer alırdı. Kadılar üzerinden Osmanlı yargısı, ulemanın elindeydi. Yönetimin işlerinin meşruiyeti de yine ulema sınıfından müftülerin kararına bağlıydı.
Bu yönleri ile Osmanlı geleneksel bir Hilafet-Saltanat devletidir.
3. 2. TANZİMAT’I HAZIRLAYAN ŞARTLARIN OLUŞUM SÜRECİ
Devlette yeni bir yapılanmaya, devlet-halk ilişkilerinin farklı bir biçim almasına, çeşitli toplumsal kesimlerin hiyerarşik yapısının değişmesine, toplumsal ilişkilerin yeniden inşasına, buna bağlı olarak dini, fikri ve kültürel yeni koşulların oluşmasına siyasi değişme denir.
Siyasi değişme, neredeyse sürekli bir olaydır.
Osmanlı devletinde hayatın merkezinde devlet vardır. Osmanlı’da devlet örgütlenmesinde aktif bir rol alan ulema meşruiyetini temelde dinden alan devlet anlayışını sürdürmeye çalışmıştır. Fatih Sultan Mehmet dönemindeki bazı değişikliklere rağmen ulema sınıfı, II. Mahmut hatta Tanzimat’a kadar oldukça etkin bir sınıftır. Ancak ulemada bozulmalar baş göstermiş, buna bağıl olarak adalet sistemi bozulmuş, Osmanlı’nın yenilgiyle tanışmasıyla da ulema sınıfının konumu ilk döneme göre sarsılmıştır.
Osmanlı III. Ahmet Dönemi’ne denk gelen Lale Devri’nde Avrupa’yla ilişkilerde yeni bir sürece girdi, Osmanlı siyaset anlayışı Batılı hayat tarzının etkisine girmeye başladı. Patrona Halil İsyanı ile kesintiye uğrayan reform hareketleri bir yıl sonra I. Mahmut Dönemi’nde yeniden başladı. 18. yüzyılın ikinci yarısında tahta geçen III. Mustafa Dönemi’nde de Batı’ya doğru reformlar sürdürüldü. 1774 Kaynarca Antlaşması ile yenilik çalışmaları bir süre unutulsa da I. Abdülhamit Dönemi’nde özellikle askeri sahadaki yenilikler tarihimizde önemli bir yere sahiptir.
Lale Devri ile başlayan yenilik süreci, III. Selim ile farklı bir sürece girmiş, Avrupa’dan bilgi ithali III. Selim zamanında artmıştır. Bu süreçte yaşanan Fransız İhtilali, adeta kafirle Müslüman arasındaki duvarı delmiş, Müslümanların da düşünce ve davranışlarını derinden etkilemiştir.
III. Selim, özellikle ordu için düzenlemelere girişti, ordunun ıslahında Fransızlardan yararlanma yoluna gitti. Yine bu dönemde ortaya çıkan milliyetçilik, devletin parçalanmasına giden yolda din-devlet ilişkilerini de etkiledi. Bu devrin belki en önemli özelliği ise belki ilk kez din-devlet ilişkilerinin tartışmaya açılmış olmasıdır.
IV. Mustafa’dan sonra padişah olan II. Mahmut Dönemi’nde ise Türkiye’de din-devlet ilişkileri ayrışmasının temeli atıldı. 1826 öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılabilecek olan bu dönemde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması dahil hem bütün işlerde ulemanın desteği alındı hem de ulemanın devlet içindeki rolü küçültüldü.
II. Mahmut, reformları yürütebilmek için ulemanın desteğine ihtiyaç duymuş, bunun için önce ulemayı itaat altına almıştır. Kadıların alanları daraltılmış, muhtarlık kurumu oluşturularak mahalle yönetimi ilmiye sınıfına bağlı imamlardan alınmıştır.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra rahatlayan padişah, ilmiye sıfının üzerine varmış, onları devlet işlerine müdahale eden bir sınıftan, devlete itaat eden bir sınıfa dönüştürmüş, ulemanın küçük memurlar haline dönüşmesinin alt yapısını hazırlamıştır. Bununla birlikte II. Mahmut’u laikliği getiren padişah olarak değil, Tanzimat Dönemi’ndeki şibih-laikliğe zemin hazırlayan padişah olarak görmek gerekir.
3. 3. TANZİMAT FERMANI VE DİN-DEVLET İLİŞKİSİ
Fermanın İlanının Psikolojik Arka Planı
Tanzimat’tan önce Osmanlı, endüstri çağına ayak uyduramayan bir devlet görüntüsü veriyordu. Ekonomi kötüleşmiş, tarım düzeni çökmüş, devlet Mısır olayını dahi çözemeyecek duruma düşmüştü.
Toplumda umutsuzluk ve tedirginlik baş göstermiş, gayrimüslimlere karşı hoşgörüsüzlük artmış; ilmiye sınıfı bozuk durumundan kurtulamamış, seyfiyye (ordu) savaşlardan hep yenik çıkıyordu. Kalemiye (bürokrasi) sınıfı ise Batı ile kurduğu temas ile ilmiye sınıfına karşı rekabetçi bir siyasete girişmiş ve konumunu güçlendirmişti.
Tanzimat Fermanı, bu koşullar altında bir kurtuluş umududur. Mustafa Reşit Paşa, S. Rıfat Paşa gibi kalemiyye sınıfı mensupları Batı siyaseti ve Batı aydınlanması ile kurdukları temasla bu kurtuluş umudunu Batılılaşmadan yana sürdürmüşlerdir. Bununla birlikte İslam’ın ihya ve teceddüd geleneği Tanzimat Fermanı’nın ilanını kolaylaştırmıştır.
Din-Devlet İlişkileri Çerçevesinde Fermanın Anlamı
Tanzimat, devlet eliyle bir düzenlemedir. Ferman’da Şeriat’a bağlılık vurgulanmış ancak bu şekilde kalmıştır. Ferman, bununla dini meşruiyete büründürülmek istenmiştir. Ulema, Fermanın ilanında Padişaha ve M. Reşit Paşa’ya destek olmuş, özellikle Şeyhülislam Arif Hikmet Bey, fermana karşı çıkanları iknada önemli bir rol üstlenmiş, Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi gibi diğer saray bürokratları da ilmiye sınıfı mensubu olarak fermanın yürürlüğe konmasında görev almışlardır.
Fermanın çıkmasına katkıda bulunan ulemanın durumu Fransız İhtilaline destek veren rahip ve piskoposların durumu gibidir. Onlar destek olmuşlar ama ihtilalden sonra kendi konumlarını kaybetmişler. Ferman, padişahın yetkilerini kısıtlarken modern-merkeziyetçi-rosyonel-bürokratik bir devletin temellerini atmıştır. Köle ticaretinin kaldırılması ve fermanda eşitlikle ilgili esaslarla gibi konular laiklik yönündeki adımlardır. Yeni dönemde milletler sistemi zarar görmüş, onun yerini din farkı gözetilmeden bütün tebanın içinde yer aldığı Osmanlı Milleti ve vatandaşlığı bilinci oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ferman, başta eşitlik hususu olmak üzere gayrimüslimler lehine hükümler içermekteydi. Türkiye’nin modernleşmesinde ve laikleşmesinde gayrimüslimlerin eşitliği çok önemli bir yer tutar. Bu dönemde dine alternatif meşrulaştırım araçlarının oluşum süreci hazırlanmış ve sonuçta yazarın şibih-laiklik dediği geçiş dönemi şekillenmiştir.
Ferman, en çok gayrimüslim hakları üzerinde dursa de fermana bir muhalefet de gayrimüslimlerden gelmiş, özellikle Rumlar diğer gayrimüslim topluluklarla eşit sayılmaktan rahatsız olmuşlardır. Yine askere alınma hususu, gayrimüslimlerin rahatsızlık nedenlerinden biridir.
Buna karşılık Müslüman halk da gayrimüslimlerle eşit sayılmayı şeriata aykırı görmüş ve bundan rahatsız olmuştur. Halk, bu hükümle güçlenen gayrimüslim toplulukların faaliyetlerinden endişe duymaya başlamıştır.
3. 4. TANZİMAT FERMANI’NIN İCRA AŞAMASI: ŞİBİH-LAİKLİK DÖNEMİ
Osmanlı Devleti, bu dönemde bir davranış değişmesi yaşamıştır. Bu davranış değişikliği bir yarı laiklik değildir. Bu dönemde din-devlet ilişkisi özü itibari ile klasik dönemle aynıdır. Ama yapılan düzenlemeler bir laiklik görüntüsü oluşturmuştur, bu laiklik görüntüsü kitabın yazarı tarafından laiklik benzeri, laik görünümlü anlamında şibih-laiklik terimiyle açıklanmıştır.
Tanzimat Dönemi, Türkiye’nin kültür tarihinde devamlılığı bozan ve farklı bir siyasi kültürün oluşmasını sağlayan bir elit sınıf dönemidir. Bu elit sınıf, bürokrat Tanzimat aydınıdır, devlet adamıdır.
Tanzimat’ın mimarlarından Mustafa Reşit, Ali ve Fuad Paşalar devletin küçük bir sınıf tarafından yönetilebileceğine inanmışlar ve üstünlük iddiası bulunan, otoriter şahsiyet psikolojisine sahip vesveseci, kuşkucu, yönetimi paylaşma konusunda kıskanç bir elit sınıf oluşturma yönünde bir çaba içinde olmuşlardır. Cevdet Paşa’ya göre halkın Tanzimatçıları sevmemesinin en önemli nedeni Tanzimatçıların bu kişilik özellikleridir.
Bu dönemde bir gösterişçi siyasi tarz öne çıkmış, gösterişçi bir tüketim alışkanlığı oluşmuştur. Abdülmecit dahil dönemin yöneticilerine hakim olan bu alışkanlık, Batılılaşmanın gündelik hayata girmesinde çok etkili olmuştur. Bu dönemde ahlak bozulmuş, taklit yayılmıştır.
Dönemin en önemli özelliklerinden biri de dualizmdir. Tanzimatçıların bir yüzü Batı’ya, bir yüzü geleneğe dönük olmuş. Bu ikili mantık, şibih-laikliğin oluşmasında işlevsel olmuştur. Mağlubiyet psikolojisi, istikrarsızlık ve plansızlık dönemin diğer özellikleridir.
Bu dönemde Osmanlı siyasi geleneğinde olmayan davranışlar görülmeye başlamış. Abdülemcit, Fransız imparatorunun nişanını göğsüne takmış, Fransız elçisinin verdiği baloya gitmiştir.
Tanzimatçıların izlediği Batı politikası nihayetinde Batıcılık olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde İslamcılık ve milliyetçilik de ilk işaretlerini vermiştir.
Bu, mecburi kültür değişiminin görüldüğü, ithal ve iktibas bir kültürle değişimin yaşandığı bir dönemdir. Bu değişimi sağlayan zihniyete “Tanzimat aklı” da denmektedir. Tanzimatçılar bu aklı inşa ederken dilden de yararlanmışlar ve dili sadeleştirme yönünde adımlar atmışlardır.
Bu dönemde güçlü bir bürokratizm (devlet işlerinde kağıtçılık-işlem çokluğu) ortaya çıkmış, merkeziyetçilik (yetkilerin başkentte toplanması) güçlenmiş, din vurgusu sürekli yapılsa da dinin devlet üzerindeki etkisi azalmıştır.
Bürokratizm ve merkeziyetçilik, uzmanlaşma gerektirdiğinden eğitime yönelmeyi sağlarken dinin devlet üzerindeki etkisini azaltma eğilimi Batılı eğitim girişimlerini artırmış; medreselere karşı okul sistemi geliştirilmiş, bu sistemin bürokrasisi oluşturulmuştur. Bu eğitim bürokrasisi doğuş aşamasında ilmiye sınıfının elinde olsa da zamanla farklılaşmış, kalemiyye sınıfına geçmiş, kalemiyye sınıfının devlet üzerindeki etkisi ilmiyye sınıfını gölgede bırakmıştır.
Bu dönemde Fransız İhtilali’nin etkisiyle azınlıklar harekete geçmiş, devletin gayrimüslimlerin haklarını artırma çabaları sonuçsuz kalmış, hatta aksi yönde işleyerek azınlıkları bağımsızlık taleplerine götürmüş, buna karşı çözüm olarak azınlıkları da kapsayan “Osmanlı Milleti” meydana getirme çabası verilmiştir. Bu millet anlayışı dine dayalı eski milletler sisteminden farklı olarak Osmanlı vatandaşlığı eşitliği üzerine bina edilmeye çalışılmıştır. Osmanlılık siyaseti denen bu siyaset, laikliğe gidişte pay sahibidir.
Bunun yanında Osmanlı aydınları Batı’da gördükleri milliyetçilik akımından etkilenmiş, dönemin koşulları birlikte bu etki milli devlet (laik ulus devlet) fikrinin oluşmasına doğru bir zemin hazırlamıştır.
Tanzimat Dili
Türkiye’de dil reformunun, dil çözülmesinin temelinin Tanzimat Dönemi’nde atıldığı söylenebilir. Bu dönemde Batıcı Tanzimat aklı, Batıcı Tanzimat siyaseti, Batıcı bir Tanzimat dili oluşturmuştur.
Sekülerleşmeye doğru giden zihniyet, seküler bir dili beraberinde getirmiş; Tanzimat idareci ve diğer kesimlerinin dili belirgin bir şekilde geleneksel Osmanlı dilinden ayrışmıştır. Bunda II. Mahmut Dönemi’nde açılan okulların ve okullara yönelik tercümelerin de etkisi vardır.
Ancak Tanzimat Dönemi’nde dilin laikleşmesi yeni bir boyuta taşındı. Encümen-i Daniş’in yaptığı çevriler ve gazetenin öncülüğünde dil farklılaştı, terimlere yeni anlamlar yüklendi. “Millet” kavramı laikleşti, onunla beraber “vatan”ve “hürriyet” kavramları da anlam değiştirdi. Bu kavramlara Fransız İhtilali doğrultusunda bir anlam yüklendi. “İlim” kavramının yerini “bilim ve fen”, “fıkıh”ın yerini “hukuk” aldı.
Bu dönemde Batı’dan ödünç alınan önemli kelimelerden biri de “medeniyet”tir. Sivilizasyon (cevilisation) kavramının yerine alan “medeniyet” Tanzimat ideolojisini oluşturacak kadar çok kullanılmış, Şinasi Mustafa Reşit Paşa için “medeniyet rasulü” bile demiştir.
Tanzimat Hareketine Muhalefet
1839-1856 yılları arasında açık, örgütlü bir muhalefet hareketi görülmese de halkta Tanzimat’a karşı bir rahatsızlık izlenmiş; ulema arasında ikaz ve protesto tarzında karşı çıkışlar olmuştur.
Bu dönemde Reşit Paşa ve ekibine karşı merkezi yönetimdeki ulema dışı yöneticilerin muhalefeti nitelik bakımından açık-yumuşak-pasif bir muhalefettir. Bu elit muhalefet, Reşit Paşa reformlarını radikal bulmuştur.
Taşradaki ağa (ayan) ve beylerin muhalefeti ise kimi yerde yumuşak, kimi yerde sert muhalefet sınıfındadır. Ankara Bala’da fiili bir isyan görülmüş. Bosna Hersek, Niş, Vidin, Arnavutluk, Bulgaristan, Girit isyanları, Sırbistan İhtiali, Lübnan-Suriye olayları hep Tanzimat’a karşı protesto niteliğindedir.
Merkezde yer alan ulemadan hem açık hem gizli muhalefet görülmüş. Ancak genel anlamda ulemanın Tanzimat reformcuları ile birlikte hareket ettiği söylenebilir.
Sıradan Müslüman halk arasında da ciddi bir muhalefetten söz etmek mümkün değilse de Tanzimat’ın Frenk icadı, Frenk düzeni şeklinde dışlandığı görülmektedir.
Taşradaki en ciddi itiraz, Mekke’de Emir Abdülmuttalip Efendi’nin Mekke Reisü’l-uleması Cemal Efendi ile görüşerek Tanzimat’tan dolayı Türkleri mürtetleşmekle (dinden çıkmakla) suçlamasıdır. Bir isyana dönüşen suçlama karşısında Şeyhülislam Arif Efendi, Mekke kadısı, müftüsü ve ulemasına bir mektup göndererek suçlamaları reddetmiştir. Bu konuda hem isyancılar hem Osmanlı Devleti, davranışlarını dine dayandırmışlardır.
Gayrimüslimler arasında ise cemaat liderleri hariç, Tanzimat genellikle olumlu karşılanmıştır. Kilise vakıflarının durumu, vergilerin yeni sisteme bağlanması, ruhban sınıfının muhalefet nedenleri arasındadır.
Rum Ortodokslar, başka milletlerle eşit görülmekten de rahatsız olmuşlardır.
SONUÇ
Tanzimat Dönemi’nde devlet hâlâ meşruiyetini dinden sağlamıştır. Ancak bu, eskisi kadar net değildir. Batı’da olduğu gibi dini meşrulaştırımın karşısına başka meşrulaştırım kaynakları ortaya çıkmıştır. Geleneksel Osmanlı’da “din û devlet” ikilemsiz iken Tanzimat Dönemi’nde “din” ve “devlet” ikilemi oluşmaya başlamış, laikimsi bir manzara görülmeye başlamıştır. Buna laiklik benzeri, laikliği andıran anlamında şibih laiklik diyebiliriz.
BİR CEVAP YAZ