15 Ocak 2020, 22:41 tarihinde eklendi

Muhtar sen imdi bu namazı niye kıldın?

Muhtar sen imdi bu namazı niye kıldın?

Köylerinde İslamî bir yaşama geçtikten sonra, düşmanları artmıştı. Köyün bir kısmı PKK’den korkuyor ve onları PKK’yi köyün üzerine salmakla itham ediyorlardı. Diğer bir kısmı ise PKK’ye sempati duyuyorlar ve onların İslamî faaliyetlerini PKK’nin davasına ihanet olarak görüyorlardı.

PKK sempatizanlarının baskısını yeni baskılar izledi. Ancak pes etmediler. Aynı zamanda akrabaları olan bu düşmanları başka bir yol da bulmuşlar; karakola gidip biz gönüllü korucu olmak istiyoruz, demişlerdi. Yani: Maaş almadan silah bulundurma hakkı talep etmişlerdi.

O günlerde gönüllü koruculuğun her türü teşvik ediliyordu. Karakollar, bu tür koruculuğu köylerle temas için imkân biliyor ve hemen hemen kim başvursa kabul ediyorlardı.

Karakol, bu başvuruyu da kabul etmişti. Böylece PKK’ye yakın düşmanları aynı zamanda karakoldan yana da bir bağ bulmuşlar ve onları kahredecek kadar şımarmışlardı, sapmışlardı, saldırganlaşmışlardı.  

Akşamları sohbet sırasında camiye tarıyorlar, gündüzleri bizzat akrabaları olan ama artık tesettüre bürünmüş kadınlarına ağır hakaretler ediyorlardı.

Nihayet aralarına kan girmişti: Düşmanları, kendilerinden yatalak bir hastayı katletmişti, çıkan çatışmada düşmanlarından da ölen ve yaralananlar olmuştu.

Araya kan girince çaresiz bir şekilde köylerini terk etmişlerdi. Arkalarında köşk gibi görkemli evler, büyük ve küçük baş sürüleri, yüzlerce dönümlük tarlalar bırakmışlar ve muhacir olarak Anadolu’ya gelmişlerdi.

Muhaceret, onları Anadolu’nun bir ilinin kırsalında kömür üreticisi yapmıştı. Çadır alacak paraları dahi olmayınca naylondan barınaklar yapmış ve içinde yaşamaya başlamışlardı.  

O yıl kara kış bastırmış, kar kalınlığı neredeyse metreyi bulmuş, naylon barınaklarda hayat çekilmez hâle gelmişti.

Büyükler bir şekilde dayanıyordu. Ya çocuklar? Yeni doğan çocuklarından biri kısmî felç geçirmiş, öldü denirken yaşamış, diğeri soğuktan can vermişti.

Nereye gömülecekti o küçücük beden? Erkekler, etrafta bir mezar yapıp gömelim deyince başta acılı annesi olmak üzere kadınlar figan etmiş, “Evladımızın bir mezarı da mı olmayacak?” diye çığlık çığlığa ağlaşmışlardı.

Mezarlığa gömmek demek, adreslerinin tespiti demekti. Halbuki karşı taraf yalan dolanla ifade vermişti, yakalanmaları durumunda haksız yere yıllarca hapis yatacaklardı. Dahası adreslerinin tespiti demek, düşmanlarının bir gün naylon barakalara dayanması demekti.

İki adam, kadınların çığlıklarına karşı çaresiz bir şekilde en yakın köyün yolunu tuttular. Muhtarın evini sorup kapısına vardılar.  

Kapıyı merhamet dolu bir Anadolu kadını açtı, muhtarın hanımıydı, onları içeri aldı. Evde muhtar olduğunu düşündükleri bir yaşlı, şapkasını ters çevirmiş, namaz kılıyordu.

Selam verince seccadesinin üzerinden ayrılmadan, adamlara geliş maksatlarını sordu:

“Muhtar Dayı dediler, biz kömürcüyüz, düşman sahibiyiz, lakin bu sabah bir bebeğimiz soğuktan vefat etti. Köyün mezarlığına kayıt yapmadan gömmenizi istiyoruz” dediler.

Muhtar, öfkeyle “Neden?” diye sordu. Onlar, hüzün içinde “Efendim, adresimizin tespiti durumunda düşmanlarımız buralara kadar gelirler!”

Muhtar, “Olmaz, olmaz, öyle şey, yapamam, ben mezarlığa ölü gömüldüğünü hükümetten saklayamam!” diye cevap verdi, “Haydi, derhal gidin!” dercesine yüzünü onlardan çevirdi.

Sobayı harlamakla meşgul hanımı, bir anda “Muhtar, hele muhtar, sen imdi bu namazı niye kıldın, yüzünü kimin için kıbleye çevirdin, ha! Baksana çocukların hâllerine, hele bir önce hoş geldin, de! Buyurun oturun, de! Bir ısının, de! Karnınız aç mı diye sor!” diye kocasına Anadoluca çıkıştı.

Muhtar, pek çok Anadolu erkeği gibi o mü’mine kadının uyarısı karşısında bir anda sarsıldı, utancından mahcup oldu, muhtarlığını bir yana bırakıp babacanlığına büründü:

“Kusura bakmayın be çocuklar! Hoş geldiniz, başınız sağ olsun, bir oturun, ısının, karnınızı bir doyurun! Çaresini bi düşünelim, bi yol bulunur elbet! Bir bebek işte, gömüveririz, insanlık ölmedi ya, varsın kim şikayet ediyorsa etsin!” dedi.

“Muhtar Dayı, kadınlarımız ağlar hâlde yolumuzu gözlüyorlar” dedilerse de hâlden anlayan elleri öpülesi Anadolu annesi, mü’mine kadın “Olmaz evladım, ananız size iki dakikaya bir sofra hazırlar, hem elleriniz ısınır, maazallah aç karınla soğuk, yollarda size dokunur, azıcık geç kalınmakla bir şey olmaz” dedi.  

Belki sözü daha tamamlanmadan evde hazır ne varsa sofrada hazır olmuştu.

Dün geceden boğazlarından lokma geçmemiş iki adam, bir şeyler atıştırıp naylon barınaklarının yolunu tuttular.

Soğuktan mosmor kesilmiş, minicik ceset bir örtüyü sarılmış, onları bekliyordu. Cenazeyi hemen aldılar, elleri üzerinde köye doğru vakarla yürüdüler. Belki ilk kez bir baba, çocuğuna mezar buldu diye seviniyordu. Ah, o ne hüzündü!

Köyün mezarlığına vardıklarında muhtar, karı eşemiş, toprakta küçük bir mezar açmış, onları bekliyordu.

Anne karnına çok uzaklarda düşen o beden, gurbet diyarında genç kadınların çığlığı ve yaşlı bir annenin merhameti sayesinde sopsoğuk toprakta kendisini minicik bir yer bulabilmişti. Mezarı bile kar altında saklı kalmıştı…

Ah, o mezar dile gelse de ya Rabb, mukaddesat uğruna ne acılar çekildi, bir bir anlatılsa…

2009’da acıları acıyla teselli etme adına, o küçücük bedeni bizzat toprağa bırakan mü’min, yaşadıklarını dar yerde vaktin bolluğundan istifade ederek müellife çok daha ayrıntılı anlattı.  Ama acılar zihinlere sığmayınca müellif sizin için bu kadar aktarabildi.

Yaşasın İslam! Var olsun acıları sadece İslam uğruna olanlar!

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *